1 Haziran 2009 Pazartesi

"..biz onunla 4 şubat 2004 günü ayrıldık. son kez birbirimizin gözlerine baktık ve gülümsedik..aynı duraktan iki ayrı otobüse binerek yola çıktık..otobüslerimiz bir süre aynı hizada yol aldı..o an köşesinde büzüşmüş o sevgili insanı son kez gördüm..'bu bir hayal, bir rüya, belki de ömrümün en erişilmez ülküsüydü' ..'dayanamıyor, düşecek çocuk' dedim belirsizce..
sonra bir kavşakta, durmadan genişleyen bir açıyla birbirimizden uzaklaştık..ve sanki bir sonsuza doğru yol almaya başladık; birbirimizsiz, kimsesiz..

işte 'şiirim'in hikâyesi böyle oldu, sedef hanım..
"..bir laleydi annem: ağlardı...anlardım"

Şiirin İnce Günü

anne ben şair oldum
kollarım uzadı
daraldı ekvatorun çemberi
denizler bölündü ortasından

anne ben şair oldum
kuruldu yeniden kafdağı
nar yüzüyle
imgelerin uyuyan güzeli
uyandı uykusundan.........
mavilikteki yüzünüze baktım; ben size âşık oldum juliette..

31 Mayıs 2009 Pazar


ŞİİRİN KAR MEVSİMİ
Ahmet ÖZBEK

Ay, şiirden eksildi, anlayın. Gönülleri tek tek ışıtan yıldızlar da. İmge, metalden bir dizge düzeneğine yenildi. Şimdi, dil'siz, ışıksız, rüyasız bir şiir boy gösteriyor bütün kıyılarında sevgili Türkiye'min. İçtenlik, sanata ulusal ve evrensel bir gözle bakış ise modası geçmiş bir düşünce yalnızca, şair mekânlarında. Biliniyordu ki, bu yorgun ve kanatları kırık ülke, belki de insancı bir şiirin kalbinde yükselecekti; ama şairler 'bir şey olma' uğruna ülkülerini ve özgürlüklerini yitirdiler: yorgunum şimdi, çok yorgunum..Oysa şiir kuş gözüydü, laleler kadar ürkekti, yazık oldu bunca güzelliğe.. Şimdi bütün masalar ve geceler anason kokuyor, neredeyse saydam bir duvarla ortasından bölünmüş aşk, şiir ve rüya..Ah, biz modernizm adına ne yanlışlar yaptık, dönüşümsüz iklimler ve 'değişim mevsimleri' karanlığında..

Sözgelimi sözcükleri, birbiriyle uyuşumu olanaksız sözcükleri bir torbadan çekiyor ve bu 'numaralanmış' sözcüklerden dize; yine hiçbir yakınlığı olmayan dizelerden ise şiir inşa ediyorduk; umutsuz ve çok erken. Olmadı, olamazdı; çünkü hiçbir 'geometrik' ve bütünsel özellik içermeyen bu tür deneyler edebiyat sanatının bütün dengelerine aykırıydı doğal olarak. Ayrıca parça- bütün ilişkileri, ritim, tempo gibi düzen değerleri çöp kutularından kenarlara taşıyordu; modernizmin bütün biçimsel değerleri yok sayarak çalakalem inşa edilen bir şey olduğu sanılarak..Üstelik tümüyle birörnek bir şiir yaratıyorduk biçemsel açıdan; sözgelimi, şiir altlarındaki imzalan
değiştirdiğimizde fark edemeyeceğimiz bir dizeler toplamı..

Anlayın, eksildi kalplerden içsel şiir, gökyüzünde "ilişkilerle " oluşturulmuş sahte bir saygınlık özlemi ve bunun umutsuz bağıntıları dönüyor çoktandır; sanki bu tür eylemlerle iyi şair olunabilirmiş gibi.

Anlayın, biz yalnızca yazdıklarımızla toplumda bir yer bulmak kaygısındaydık. Ama sadece iki şey 'uyum'la bağdaşamazdı: ülke kalbi ve şiir..Söylemiştim, ay ve imge eksildi yurt topraklarından: iklimler ise acımasız ve 'dönüşümsüz' seyrediyor çoktandır, şiir ve rüyalar göğsünde..

Oysa yaralı yurt köşelerinin şiirle onarılabileceğini hiç düşünmedik, diğer sanat dallarında gerçekleştirildiği gibi.

Söylemiştim yine, imge ve iyicil hülyalar 'bulanık' iklimlere yenildi. Oysa gülümseseydik umutları kırık bir halk'a; bütün bir gökyüzü ışıl ışıl parlayacaktı rüya şehirlere, kâbuslardan uzak.

Şimdi sanki yurt şiirinin , müzikteki Fazıl Say ve Suna Kan benzeri kişiliklere ihtiyacı var gibi geliyor bana: ödünsüz ve alın terinin hep egemen olduğu bir sanat dalına duyulan saygının ifadesi olarak..

Sanırım yanlış mevsimlerde yol alıyoruz yıllardır, ( özellikle 1980'den sonra) oysa hep yok saymaktan gizli bir zevk duyduğumuz Attila İlhan ve Murathan Mungan, ay işlemeli bir çerçeveden gülümsüyorlar sanki bize.

Şiir rüyalardan bağımsız bir gece şimdi: yorgunum.
--AKATALPA edebiyat dergisi--
hayat yanımdan geçip de gitti
kokusunu bile özlediğim ince ve inci hayat..

yalnızlar yalnızı bir adam: şire ve sanata tutunmuş. hiç ama hiç dostu yok..oysa o bir idealist: belki bundan acılarının kana karışması..
Solan Şehir ll

anne
nasıl soldu

varoşları yüzyıllar boyu uykusuzluk
bantlı gözleriyle çocukluğu sokakların
üç tekerlekli bisikleti
ve
sallanan atıyla saltanatı
kaybolan şehir

akşam vakti sahil bahçelerinde klârnet
fonda titreşen sâba, hicazkâr
hüzün ustaları: şerif içli, şükrü tunar
gümüş işlemesi şarkılarda o eski kalp ağrısı
dudaklarında şehvet sözcükleri
-hiç yaşanmayacak-
bakir göğüsleri ve arsız gülüşleriyle
işporta sutyenli genç kızlar,

elbiseleri tenine yapışmış o şehir..

kıyılarına bir birkuşlar düşüyor sevgili şehir
çarparak maviliğe, saydam duvara
eteklerinden inci
ve dil dil acılar dökülür

her köşesi hüzün
her köşesi baygın anason kokusu:

çocukluğu, anne
soldu o şehir.

Akatalpa Dergisi Ahmet Özbek

...hâla aynı acı..ben ona "şiirim" demiştim; rüzgârlara karışıp da dağıldı gitti her şey...